Erzincan’da siyanürlü madende ölüm!

admin

Ünlü İngiliz kadın polisiye roman yazarı Agatha Christie’nin romanlarında anlattığı cinayetler çoğunlukla zehirlerle gerçekleşir.

Bu zehirlerin içinde Agatha Christie’nin favorisi “siyanürdür”.

Çünkü siyanür vücuda girip kana karıştığında insanı 5-10 saniyede öldürür.

Karbon ve azot (CN) elementlerinden oluşan siyanür bu kadar kısa zamanda bozunur, kanda karbon ve azota ayrışır. Bu nedenle cinayetlerde ölüm nedenin siyanür olduğu anlaşılmaz.

Bu durumu yazdığı, kurbanların tek tek siyanürle öldürüldüğü “On Kişiydiler” (And then there were none) adlı romanında “ballandıra ballandıra” anlatır.

Belalı bir maddedir siyanür.

Siyanür

Böyledir de insanlığa verdiği zararın sınırı yoktur!

Erzincan, İliç “siyanürlü altın madeni”nde meydana gelen felaket bizlere yine siyanürün bir başka ölümcüllüğünü hatırlatıyor.

Ancak Fırat nehrinin kıyısında yaşananlar, belki bir cinayet ama bir roman değil!

****

Tarih boyunca küçük taneler halinde, özellikle arandığı dere yataklarından toplanan altın, bu tür altının artık yeryüzünde tükenmesinden dolayı toz halinde bulunduğu kayalarda, topraktan elde edilmeye başlandı.

Kimi yerlerde cevher denen altınlı toprakta %10-1 civarında altın bulunuyordu.

Bu tür yerlere “maden” denildi.

Oysa “okaliptüs ağacının yapraklarında” olduğu gibi altın doğada birçok varlıkta vardı!

Hatta her insanın kanında, 0,02 miligram altın bulunuyor.

Çeşitli araştırma ve denemelerden sonra, acı badem kokulu “siyanür” denen zehrin altını, cevher denilen toprak ve öğütülmüş kayadan ayrıştırdığı anlaşıldı.

Üsteli siyanür ucuz, altın pahalıydı.

Altını köpeklere atsan yemez ama çok altını olan çok zengin oluyordu!

Potasyum Siyanür

***

Türeyen birçok altın şirketi dünyanın dört bir yanındaki az gelişmiş ülkeleri istila etti.

Siyanürün ve altın alındıktan sonra geride kalan, içinde arsenik, kadmiyum, kurşun ağır metaller, zehirler bulunan atığın vereceği zararları fark eden zengin ülkeler bu tür madencileri ülkelerine sokmadılar.

Çekirgeler gibi yoksul ülkelerin altınlı topraklarına üşüşen şirketler çok kısa zamanda büyük zenginliklere ulaştılar.

Rothschild, Oppenheimer gibi aileler altın sayesinde sayılmaz servetlere ulaştılar.

Kurdukları şirketler, yapılan ortaklıklar, edindikleri siyasal güçle sahip oldukları siyanürcü şirketler dünyayı bir ahtapot gibi sardı.

Biz buna “siyanürcü ahtapot” dedik.

Bergama – 1993

Bunlardan Anglo American Corparation (AAC) adlı siyanürcü şirket yıllarca Güney Afrika’daki ırkçı devletleri destekledi.

Siyanür üreticisi Alman Degussa şirketi 2.Dünya Savaşında yakılan Yahudilerden arta kalan altın dişlerin pazarlayıcısı idi.

Tabii bu şirketler müthiş servetler edinip maden bitince çekip giderken arkalarında, çorak bir toprak, siyanürden ölen, arsenik ve diğer ağır metallerden kanser olan insanlarını bıraktı.

Fakir ülkelerin çocuklarıydı onlar.

Yok edilen doğa, kirletilen yeraltı suları, dokusu bozulan yeryüzü siyanürlü ölümlerin artısıydı sanki.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en büyük şehri Johannesburg’un yer altı oyula oyula büyük boşluklar oluşmuş, suları içilmez hale gelmişti.

2000 yılında Romanya’da Baia Mare Siyanürlü Altın Madeni atık barajı patlayınca zehirler Tuna nehrine karışmış binlerce balık ölmüştü.

***

Bu siyanürcüler Türkiye’ye 1989 yılında geldiler.

Önce Batı Anadolu’ya Bergama’ya.

Adları “Eurogold” idi. Anlamı “Avrupa altını”.

Avustralyalı “Normandy Poseidon” maskesi altında Amerikalılar, Kanadalı kılıfında Alman sanayi devi “Metalgeselschaft”, Fransız Devletinin nükleer enerji şirketi “BRGM” bu şirkette ortaktı.

Varlığı ve sermeyesi çok güçlü, neredeyse bir Avrupa ortak kuruluşu olan “Eurogold” Bergama’nın üstüne çökmek istedi.

Siyanürün ve ağır metallerin vereceği ölümcül risk ve tehlikeleri fark eden Bergamalılar bu girişimi dünya çapında ses getiren davranışlarla karşıladılar.

Verilen bilimsel haklılık çalışmaları, barışçıl kitlesel eylemler, hukuk mücadelesiyle Bergamalılar “Siyanürcü Ahtapotun” bu kolunu durdurmayı başardı.

Ancak Devletin bir kesimini arkasına alan bu şirket, çeşitli oyunlarla, bu direniş süresinde, kimi yetkililerin verdiği işletmeyi açma kapama kararlarının gölgesinde, madendeki cevheri bitirdi.

Üstelik 1997 yılında Yüksek Mahkeme Danıştay’ın “bu madenin çevreye ve insana zarar vereceğini” saptamasına ve “işletilmesinde hiçbir kamu yararı olmadığına” karar vermesine rağmen.

Yani Hukuk Tarihimize geçen bu karara Devlet gene uymadı.

Bunun üzerine, bu çok önemli hukuk kararını uygulamadığı için dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a tazminat davası açıldı ve kazanıldı.

Mesut Yılmaz bir avuç çevreciye 5000 TL tazminat ödemek zorunda kaldı.

Yasa dışı Maden yine yasaklanmadı. Danıştay Kararına uyulmadı.

Bergamalı çevreciler bu kez de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine baş vurdu.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Bergamalıları haklı buldu ve TC Devletini, 315 Bergamalı çevreciye 945 bin Euro tazminat ödemeye mahkum etti.

Hükümet bu parayı ödedi ama Danıştay Kararına gene uymadı, madeni kapatmadı.

Bergama – 1992

***

Bergama’dan sonra Siyanürcü Ahtapotun kolları ülkemizin her yanına uzandı.

Çok uluslu şirketler yerli ortaklar bularak topraklarımızı zehirlemeye başladı.

Bergama’da halkın zorlamasıyla cevheri Kapalı mekanda siyanürle muamele edip altını ayrıştırıyorlardı ama durum ülkenin diğer yerlerinde böyle değildi.

Bu konuda ülkede Bergamalılar gibi genel bir bilincin oluşmaması, siyanürcülerin para saçarak halkı susturmayı becermesi, çevreye saygılı partilerin konuyu siyasal bir platforma dönüştürememesi “siyanürlü altın madenleri”nin ülkede pıtrak gibi çoğalmasına yol açtı.

Yer yer durumun farkında olan bireylerin, küçük aydın gruplarının, yaygın halk topluluklarının eylemleriyle itirazına rağmen.

Üstelik artık siyanürlü madenler Bergama’daki gibi kapalı alanlarda işletilmiyor, “açık ocak” denilen açık havada cevher/toprak yığınlarının üzerine siyanür ve sülfürik asit (halk ağzında zaç yağı) dökerek altını topraktan ayrıştırmaya çalışılıyor.

Bu, Bergama’da kullanılan yöntemden belki de bin kat daha tehlikeliydi.

Bu yöntemde kullanılan “siyanür” denen zehir her yere yayılıyor: Havada, toprakta, atık havuzunda bulunuyordu.

Kim bilir fark edilmeden ne canlar ölüp gidiyor, kanser oluyordu.

Devletin kurumları da bu madenleri denetlediğini ileri sürüyor ama kimse inanmıyordu!

Bergama – 1994

***

2024 kışı itibariyle Türkiye’de 19 siyanürlü altın madeninin olduğu söyleniyor.

Bunların en kabalarının Uşak-Eşme’deki çevreye korkunç zehir saçan siyanürlü altın madeni “açık ocak” yöntemiyle hala çalışıyor.

Onun yanına 2010 yılında Erzincan ili İliç kasabası yakınlarında aynı yöntemle işletilmeye başlanan yeni bir maden eklendi.

Erzincan siyanürlü altın madeni

Kanadalı mı ABD’li mi olduğu hala tartışılan Anagold denen Siyanürcü Ahtapotun bir kolu olan şirket yerli ortağı Çalık Holdingle birlikte, Fırat nehrinin kıyısında siyanür ve sülfürik asit kullanarak topraktan altını söküp almaya girişti.

Yılda 6-6,5 ton altın elde etmek hedefleriydi.

Bu kadar altını elde etmek için binlerce ton su kullanarak, binlerce ton siyanürle binlerce ton toprağı zehirlemeleri gerekiyordu.

Çünkü topraktaki altın ton başına 1.25 gr, o kadar azdı ki.

Bu kadar az miktardaki altını topraktan almak için dağlar devrildi.

Tonlarca zehir kullanıldı.

Tabii ki çok para kazanmaktı amaç.

Altın çil çildi!

***

Muhakkak ki Bergama’daki dillere destan hak direnişinden haberdardı adı Anagold olan siyanürcü şirket.

Dünyayı kirli kollarıyla saran siyanürcü ahtapotun güçlü kollarından biriydi.

Bu tür şirketler işleri bittikten sonra kirlettikleri doğayla suçlanmamak için sık sık isim değiştirirler, bir gün Anagold olan ad bir başka yerde “Babagold” (!) olurdu.

Rusların yapma “matruşka” bebekleri gibi birbirlerinin içine geçmişlerdi.

Suçlandıklarında ara da bulasın!

“Anagold siyanürün tehlikelerine karşı halkı susturmak, sindirmek, sesini çıkarmamasını sağlamak için deneyimliydi.

Bu kadar tehlikeli ve riskli madene itiraz etmesinler diye, yörede yaşayanları sakinleştirmek, olası bir direnişi önlemek için bölgenin ileri gelenlerini, arazilerini satın almak istediklerini Amerika’ya gezmeye götürdü.

Yakın çevrede yaşayanlara, madene karşı çıkmamaları, işletmeyi engellemek için mahkemeye gitmemeleri karşılığında kişi başına 130 bin TL “ikram” yaptı!

Elbette bu davete karşı çıkan yurtsever çevreciler de vardı, var.

Onlar horlandı, iteklendi kakaklandı!

Sağda yöre sakinlerinde Sedat Cezayirlioğlu ve avukatı İsmail Hakkı Atal – 2022

Ancak bu süreçte maden için hazırlanan proje, Devlet adına yasa gereği yapılması gereken Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED), herhalde baştan sağma yapılmıştı ki tamamlanıp uygulama başlayınca arızalar ortaya çıktı.

Daha sonraları projenin uygunluğu ile ilgili Devlet’e olumlu rapor yazan kişilerden birinin bu siyanürcü şirketin yönetim kuruluna girdiği ileri sürüldü.

Neler oluyordu neler!

Devletin bir kısım yetkilileri bu madenin illaki işletilmesini istiyordu.

Altının dünyada fiyatı çok yükselmişti.

Siyanürün çevreye zarar vereceğini söyleyip zehirli madenlerin işletilmesine karşı çıkanlara verilen yanıt hazırdı:

“Zengin madenlerimizin fakir bekçisi mi olacaktık”.

Siyanürcülerin sözlü silahşörleri içinde daha da ileri gidenler vardı: “Karşı çıkanlar vatan hainiydi!”

Koca koca, büyük büyük adamlar vardı artık, yerli, siyasal gücü de olan Çalık Holding ortaklı Anagold adlı siyanürcü şirketin arkasında.

Kim tutabilirdi ki onu!

Erzincan – İliç siyanürlü altın madeni

***

Ancak hesapta olmayan bir şey vardı ya da unutulan.

Bu maden çok riskliydi!

Erzincan’dan geçip koca Mezopotamya’yı sulayan coşkun Fırat’ın hemen kıyısındaydı.

İşletme dik dağları arasında derin vadilerin ortasındaydı.

Siyanür ve sülfürik asit korkunç birer zehir, yok ediciydi.

“Açık ocak”la “siyanürlü altın madeni işletmek, cevheri, altınlı toprağı anında insanı öldüren zehirlerle açık havada muamele etmek çok, ama çok, ama çok riskli, tehlikeliydi.

Eğimli arazide işleme sokulan, siyanür ve ağır metallerle zehirlenmiş toprağın, atığın her zaman kayma olasılığı vardı.

Ve işletme başlayınca felaketin kapıyı çaldığı görüldü.

Böylesine sorunlu bir yerde bulunan işletme, siyanürlü suların akıtıldığı boruların patlaması sonucu çevreye zehir saçtı.

2022’de yaşanan bu olay, projenin ve uygulanmasının ne uyduruk olduğunu işaretiydi.

Devlet yetkilileri bu uygulamayı 135 kez denetlediklerini bildirmeleriyle birlikte nedense bu eksiklikleri göremediler, saptayamadılar.

Erzincan-İliç siyanürlü altın madeni

***

Bütün bu hatalar birikince olmayacak denen şey oldu.

Dünyanın üçüncü büyük madeni sayılan, zamanın Başbakanı tarafından nimet olarak kabul edilen Erzincan İliç madeni, 13 Şubat 2024 günü, Türkiye’de bugüne dek görülmemiş bir çevre felaketine yol açtı.

Jeoloji Mühendisleri Odasının Maden alanı ile ilgili saha planı

Kamuoyunun dikkati bu felakete yönelince bütün kirli çamaşırlar bir bir ortaya çıktı.

Altınla zenginlik arttırmak için her şey mübah mıydı?

Cevheri, “yığın liçi” denen; siyanürle muamele ederek içindeki altını almak istiyorlardı.

Bunun için, İstanbul Üniversitesi Çerrahpaşa Mühendislik Fakültesi Bilim insanlarının verdiği bilgiye göre: “her biri 8 metre yüksekliğe sahip 31 basamaktan oluşan, eğimi 2,5Y:1D olan 112 mt yüksekliğinde” bir zehirli saha oluşturulmuştu.

Projeye göre bu eğimli bir tepenin basamak basamak kademelenmiş zemini üstüne içinde altın, gümüş gibi metallerin bulunduğu toprak ve öğütülmüş kaya serilmişti.

Üstüne de siyanür püskürterek kıymetli metallerin topraktan ayrışması sağlanıyordu.

Geride kalan atığın üstüne kat kat, yeniden altınlı cevher serilmiş. Yine üstüne siyanür, sülfürik asit atılıyordu.

Ve bu işlem tekrarlanıp duruyordu.

Ancak zehirli çamurun biriktirildiği yamacın bir kısmının üstüne siyanürlenmiş, zeminin taşıyabileceğinden fazla kirli toprak yüklenmiş olacak ki, İistanbul Üniversitesi CMF’nin bildirdiğine göre 20 milyon m3 olduğu öngörülen zehirli çamur aşağıya vadiye doğru akmış.

Bu aşağı yukarı 30-35 ton malzeme demekti.

Zehirli çamur 177 bin metrekarelik alanı kaplamıştı.

Bu korkunç olay sırasında akan tonlarca çamur, o sırada oralarda bulunan, 9 kişi olduğu bildirilen işçiyi yuttu.

O çamurun içinde neler neler var: Siyanür, arsenik, kurşun, vb. ve bunların bileşikleri!

Üstelik bir bölümü kaymış siyanürlü yığının diğer kısmı da el an kaymaya hazır duruyordu.

Ne yazık!

Ne acı!

Bu tam bir çevre felaketidir.

Maden sahası zehirli toprak kaymadan önce (2021) ve sonra (2024)

****

Yağmur yağdıkça, zehirler ırmağa taşınır diye yakınıyor.

Vadiyi kaplayan o zehirli çöp nasıl kaldırılacak diye soruluyor.

Babalar analar tonlarca toprak altında kalan çocukları için ağlıyor.

Bir de siyanürcü şirketin ne kadar altın, gümüş çıkardığı hiç açıklanmıyor.

Beyan esas!

Çıkardığı altının, beyan ettiği miktar kadarının %8’ini devlete vergi vermekle sorumlu şirket.

Tam bir yağma Hasan’ın böreği!

Çevreye verdiği zararı görmeyecek kadar gözünü karatmış siyanürcü ahtapot madenin tekrar ne zaman açılacağını, ne zaman yeniden altın elde etmeye başlayacağını sabırsızlıkla bekliyor!

Şirketin çalışma ruhsatının iptal edilmesi falan “faso fiso”!

“O” nasıl olsa, “daha önce olduğu gibi” bir yolunu bulacak!

Devlet de bu % 8 vergi ile ve şirketin yapacağı, katma değer dediği harcamalara bakıp avunuyor, avunacak!

Ankara’da Devlet Hazinesi sorunlu!

Kendi zenginliklerine zenginlik katmak isteyenler iştahlı!

Fatsa’da işletilen siyanürlü altın madenin karşı halk direnişi

***

Bu iş çok tehlikeli!

Bergamalılar 1989’dan beri Devletin ilgili kurumlarını, kamuoyunu uyarıyor, uyardı.

Bunun için neler yapmadı ki!

Derdini anlatmak için kadın erkek ne eylemlere koşmadı ki!

Otuz altı senedir avaz avaz bağırdı.

Toplantılar, mitingler, yürüyüşler olağandı.

Trenlere bindi Ankara’ya gitti.

Uçağa bindi Kıbrıs’a gidip Lefke’nin ürkünç zehirli madenini gördü.

Referandumlar yaptı.

Boğaz köprüsüne çıktı.

Danıştay’dan Türkiye hukukunun yüz akı olan Çevreyle ilgili Kararının çıkmasının takipçisi oldu.

Bergama Çamköylü Sabahat hanımın dediği gibi “yılanın ağzındaki kuş gibi çığırdı”.

Çok ama çok “çığırdı” ama sesini pek az insan duydu.

Ve ardından Kaz Dağları, Erzincan, Fatsa, Artvin, Eskişehir, Kayseri ve niceleri geldi.

Can alıcı ortamlarda tepkisizlik ölümdür!

Bergama-1997

****

Erzincan felaketi Siyanürlü altın madenlerinin ne kadar riskli, tehlikeli olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bergamalıların söyledikleri bir bir çıktı.

Peki bu işin sonu nereye varacak?

Erzincan felaketi açıkça, ülkemizde Devletin izin verdiği ve vereceği 500 daha siyanürlü madenin yolda olduğu süreçte meydana gelen ilk felakettir.

Yeni felaketlerin olabileceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok.

Bir avuç altın için….

Bu kadar yükü doğa kaldırmaz.

Doğayla bu kadar oyun oynanmaz.

Bu kirletilmenin öcünü Erzincan’da olduğu gibi bir anda alır.

Durum meydanda!

Yapılacak ilk iş, ülkemizde faaliyette bulunan “siyanürlü altın madenlerini” derhal kapatmaktır.

Bununla beraber, her ne gerekçeyle olursa olsun yeni siyanürlü maden arama, işletme izni verilmemelidir.

Erzincan İliç siyanürlü altın madeni

***

Agatha Christie’nin romanlarında kurbanların çoğu başta siyanür, zehirle öldürülüyordu.

Ama Agatha Christie’nin dedektifi Piorot, hemen ayrışan, yok olan siyanürle öldürseler de katilleri yakalıyordu.

Erzincan’ın Piorot’ları nerede?

Katiller nerde ve kim?

Biliniyor mu, bilinmiyor mu?

Görülüyor mu, görmezlikten geliniyor mu?

***

Altının büyüsüne kapılmak büyük bir aymazlık!

Doğa katletmesin!

Akıllar başa alınsın!

Hayat kısa!

Sefa Taşkın

19.02.2024

İzmir-Karşıyaka

Yorum yapın